6/18/2009

Desthuş














Çocukluk; mesleklerin nizamlarında ölçü aramadan,
çoban olmak ister. İki üç davarı güderce koşturur, o tepe ile bu tepe arasında. Bildim; çoban olup güne doymak, insanın asıl özünde olana, börtü böceğe bulanmakmış beklenti. Nice sonrada vardığım nokta, yine o tepeden bu tepeye koşuşturmakta olduğum. Ama ne börtü var ne böcek.

Meziyet tekte olsa bir tomur daha koymak gerekiyor üzerine. Hayatı huzursuzca sevmek çok mana katmıyor ömre. Her şeyi kendi özünde ve kararında sevmek gerekiyor bekleneni de. Elde sopa günün orasını burasını dürtüklemek; ne o günü değiştiriyor, nede koyunu adam ediyor.
Kararsızlıkları miskinlikleri bir kenara koyup of çektikçe üzerlerine daralıyor gün ve kararıyor.
kime ne?!………..

5/10/2009

İğne iplik efendisi.




Mevsim güz, anne kız, merdivenin altı masal, üstü kör imiş. Zaman kul, insan efendi, kedi vezir, fare kral, toprak aç, yoksullar tokmuş. Beklenen olmuş vaka gelmiş insanın avucuna kubur u sürüp ol demiş ve olan olmuş. Marifet i olana pir, parası olana köle düşmüş.
Şarapları ve sevdaları bol, yokuşları yorgun şehrin insanları. Görmek yaşamak nasip oldu ise ne mutlu. Yaşamayanlar, size zor.
Hepimizin teni muhtaç, hepimizin kışı, yazı eline bakar. İdris ten el almak komşu olmak mı maksadı. Bu denli didinmesi çalışması ve susması. Diğerlerinin tezgâhı şaşalı kalabalık ve pazarlıklı. Kimsenin görmediği ama herkesin uğradığı taburesi nede huzurlu. Soba üstünde hazır çaydanlık, yanı başında bakışıyla demler dolduran çırak. bu sessizlik kaç fersah. Astarı gümüş ceketler cepleri boş, içini dolduran insan, kapıdaki kediler ne kadar zengin.



4/11/2009

zor yazılar



Uzunca süredir yazmıyorum. Yazacak onlar var. Ve onların yanından geçerken utanıyorum. Kafamda uçuşan, üzen, depresif hallere bürünen kelimeler dürtüyor, yazının başına oturunca küsüyorlar. Bir çukura karanlık bir yerlere büzüşüyorlar. Onları yerinden çıkarmak, nice sakin zamanlara, gecelere ya da anlara muhtaç bekliyorlar. Bir koyu kahve arada sızlayan dişim, hiç bir şeyi toparlamıyor bol sinir bol boşluk. Kadını kıskanıyorum; oturmuş başucumda eli harflerde dolaşıyor. Fotoğrafları sıralıyor, mutfakta can verdiklerini yılmadan blog sayfasına diziyor. Arada bir dürtüyor. Bir bakış yine boşluktan çıkıp onu izliyorum.
Bir yerden çıkmalı derken eski yazılar dan başlamak heves getirdi...




Her şey kadar mavi her şey kadar aktı ve apaçıktı öfkesi. Deli bakışlarla süzerken vitrinleri, kaldırımları; üzerindeki miydi paha eden.


Yahut; yediği, içtiği, düşlediği, arzuladığı. Yürüdükçe, baktıkça sokaklara, "başlangıcı vardır elbet" dediği yollar, gidecek yeri olmayan için nede süslü. Başlayınca yürümeye biteceği ya da ulaşacağı yok. Değiştirecek namı yoktu. Olsa da sureti kadar olurdu. Ya da görenler kadar olurdu. Avuçlarındaki çizgi kirden, pastan görünmezken kader okuyamazdı elbet, kulun geçmişini geleceğini. Üzerine silip avuçlarını taze başlangıç umarca hareketlendi sonra durdu. Nereye. Etrafına bakınırken ne koca şehir, ne kocaman binalar, ne kadar çok insan mı? Demeli; yoksa ne yalnız adam. Durduğu yerde bilmeceydi ve ucundan bakılınca, hayattı. Ötesi hayata mim di tutunduğu dal ve sel. Tutarlılık arasa da içinde kocaman bir kıvılcım kıpırdanmaktan yorgundu. Yürüdü, sustu.