1/27/2010

Home ofice zor ofis.













Diyeceksiniz kolay iş var mı? Bak ne güzel evinde çalışabiliyorsun. Patron dırdırı, iş raporu, iş planı, oldu su, bitti si, mesaisi yok. Gerçekten de yok. Ne yalan şöyleyeyim. Hatta aman erken kalk, tıraş ol, bir duş al, servise otobüse yetiş derdi de yok. Akşama kadar eşim, çocuğumda yanımda kakara kikiri bir emekli hayatıdır yaşayıp gidiyoruz.
Kah Zehra gibi kedilere, kah cami imamına, olmadı komşunun tavuğuna kafayı takıyorum. Bırakırsanız böyle haftalar aylar geçiyor. iş kompüter de olunca çok sosyalleşme gereği de duyulmuyor.

Tüm bu avantajları bir araya koyduğunuzda insanın geniş zamanı varmış gibi geliyor.
Oysa olumsuzlukları da çok fazla. Günü o kadar çok bölünüyorsunuz ki oturup çalışmak için kafanızı toparlayamıyorsunuz. Üstüne farklı şeylerle uğraşmayı seviyorsanız, birinden feragat etmiyorsanız. Gün içerisinde bulduğunuz fırsatlara da bunları tıkıştırıyorsanız. Her biride özen istiyorsa vay halinize.

Yeşilde sevda.








Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini.
ÖMER HAYYAM


Terzi ve ayakkabıcı Recep ustalar.
Çıraklık barındırmazlar içlerinde. Ustalıkları ellerinde, gönüllerinde, tezgâhlarında yemyeşil.
Ve sarıçiçekleri vardı yakalarında. Tebessümlerinden sızan ermişliğe dokunmak kalır müşterilere.
Eş dosttu selamladıkları. Günaydının ve iyi günün çocuklarıydı içlerinde yeşerttikleri hüzünler.
Bilmeceydi, keyifti çalışırken dinledikleri rast, uşak. Bir tiryakilik bulaşırdı ellerinden; izlerken, koklarken dükkânlarının havasını. Eskimişlik dururdu raflarının birinde, birde sezemediğimiz, mutedil sevdaları vardı.

Yeşil bir hırkanın çekişmesiydi tavla zarlarının yuvarlanırken ki kaderi.
Terzi recep yeşil hırkayı omuza atıp ayakkabıcının vitrininin önünde durdu bir bakış attı gözlüğünün üstünden, ayakkabıcı recep ustaya.göz göze gelince kafa salladı her ikiside.