4/11/2009

zor yazılar



Uzunca süredir yazmıyorum. Yazacak onlar var. Ve onların yanından geçerken utanıyorum. Kafamda uçuşan, üzen, depresif hallere bürünen kelimeler dürtüyor, yazının başına oturunca küsüyorlar. Bir çukura karanlık bir yerlere büzüşüyorlar. Onları yerinden çıkarmak, nice sakin zamanlara, gecelere ya da anlara muhtaç bekliyorlar. Bir koyu kahve arada sızlayan dişim, hiç bir şeyi toparlamıyor bol sinir bol boşluk. Kadını kıskanıyorum; oturmuş başucumda eli harflerde dolaşıyor. Fotoğrafları sıralıyor, mutfakta can verdiklerini yılmadan blog sayfasına diziyor. Arada bir dürtüyor. Bir bakış yine boşluktan çıkıp onu izliyorum.
Bir yerden çıkmalı derken eski yazılar dan başlamak heves getirdi...




Her şey kadar mavi her şey kadar aktı ve apaçıktı öfkesi. Deli bakışlarla süzerken vitrinleri, kaldırımları; üzerindeki miydi paha eden.


Yahut; yediği, içtiği, düşlediği, arzuladığı. Yürüdükçe, baktıkça sokaklara, "başlangıcı vardır elbet" dediği yollar, gidecek yeri olmayan için nede süslü. Başlayınca yürümeye biteceği ya da ulaşacağı yok. Değiştirecek namı yoktu. Olsa da sureti kadar olurdu. Ya da görenler kadar olurdu. Avuçlarındaki çizgi kirden, pastan görünmezken kader okuyamazdı elbet, kulun geçmişini geleceğini. Üzerine silip avuçlarını taze başlangıç umarca hareketlendi sonra durdu. Nereye. Etrafına bakınırken ne koca şehir, ne kocaman binalar, ne kadar çok insan mı? Demeli; yoksa ne yalnız adam. Durduğu yerde bilmeceydi ve ucundan bakılınca, hayattı. Ötesi hayata mim di tutunduğu dal ve sel. Tutarlılık arasa da içinde kocaman bir kıvılcım kıpırdanmaktan yorgundu. Yürüdü, sustu.


Kimine yorgan; onun elinde korkuydu yıldızlar. Parlayıp durdukça, titredikçe pırıltıları efkârdı, uzağa bakan gözdü ve uzdu tanrıya inat. Rüyası yokken karanlık düne bakan yüzü. Biraz ezikti yahut haz değildi yaptıkları. Hoş eziyet de değildi. Bir gündü sadece. Dün gibi, evvelsi gün gibi yahut yarın gibi. Akdemi olmayan bir işti kendisinden evvel yapan bir piri olmalıydı. Ustalık yahut çıraklık gerekir miydi? Muattal olmanın serseriliğin bir tarihi olmalı. Pekte mutlu etmemiş olsa gerek insan kısmını. Biçimi, naz olsa da; üstümüzde duran kısmı delilik. Ya da bunun için kılıf. Bunca küskün, böyle tuhaf bakılmanın ve uzak durulmanın günahı olmalı. Bu günahı işleyen birde kul. Yahut tarihte bu suçu işleyen ilk serseri.Yine gece, yine şehir……..Rüyası yok. Yürüdü, sustu. Perdelere hısım.

Yalnızlığa alışınca karşısına bir şey koyamıyorsunuz. Firak ı zor oluyor zorda kalıyor. Bilmezinde bilirinde ötesinde arıyorsunuz her şeyi. Ötekileşip kendinize hayır yordukça geçenin sadece zaman olduğunu bilmek artık canınızı yakmıyor. Gün ne kadar günse o kadar bilmece o kadar tutmazlık ve o eşte sizsiz kalıyor düşler. mendilin bir tarafına sürdüğünüz yaş diğer yüzüne ne kadar yaban ise ne denli futa ise eldeki ve koynundaki o kadar ıslanıyor.

Kendimize sakladıklarımız mı, saklattıklarımız mı üzüyor eziyor yoklukları. Çizdiğimiz kümelere sığdırırken her şeyi ne denli kolaydı. Kapsardı, kesişirdi, bileşirdi. Şimdi hayatın neresini kapsatmalıyım yahut bileştirmeliyim, kesiştirmeliyim. Kümenin bir ucunu açık bıraksam her şey olduğuna varsa; adam eder mi?

Zor yazılar.
(şubat 2007)

1 yorum:

Zehra Gürgen dedi ki...

Yazılarını seviyorum, keşke şifacı olabilseydimde dokunduğum herşey güzelleşse, iyileşseydi..

tüm ağırlığını alabilseydim hayatın üzerinden..