9/22/2009

Şarap

yarışmadan çok bahsettim. günüde eski bir öykümle bitireyim istedim."Şubat 2007 de yazdığım Şarap"

“Özünde insan saklar.

Üzerine söylenecek söz yok, hayatın

süsü kısaca.

Lazım değildir; günden zevk almaya vesiledir.

Yudumda; toprağı, tezeği, teri, küfü, güneşi, aşkı, efkârı saklar.”

Gün heveslidir. Sırtımda toparlaya bildiğim kadar çalı çırpı türkülerle halleşirken, öfkem derinlerde fırsat kollar. Bir yolu giymektir, taze bir ele varmaktır kavgası. Gün batar içime, sabaha yakınken,

“Bugün!” derim.

Bahçelerin yelleri, anızlar arasından kuruları biriktirir evin avlusuna. Kış okşar geceyi. Yarın kar günüdür. Yüzümü keser ayaz. Yaralarımı siler, besbeter kanatır içimi.

Kimsenin duyarı yok, bakar gözleri.

“Ruhsuzlar!..”


Geçen yazdı yine gitme halleri doğardı sabahla.

Günü selamlayan Cevahir, delicedir. Yılanlar keserdi bağda önünü. Ölüme bakar susar. Cevabı bilirce çatar kaşlarını. Konuşur pulları kadar kelime eder. Çatal diller sözcükleri sarar usul usul




.

Bir çığlık bir bağırma ile koşar, yılanları kendi muhabbetlerine bırakıp. Cevahir in arkasında birken iki, ikiyken beş olur mahallenin bebeleri.


“Mazmun şarap yılan Arap, deli Cevahir beni kap” ; di
 llerinde mahallenin bir ucundan diğer ucuna yırtarlar sessizliği. Öfkesi gelirdi deli kızın, taşlarla kovalardı çocukları...

Mahallenin kadınları çocuklarını Cevahir in hikâyeleriyle korkuturdu. Hatta kendileri bile inanmıştı olmayan vakalara. Gündüz yılanlarla konuşup gece çakal, baykuş olurmuş… Çocuklar, gece duydukları seslenişleri Cevahir beller, yorganın altına daha bir sokulurlardı.

İnsanoğlu tez unutuyor ettiklerini. Ya günahlarına kulp takıyorlar, ellerinin kirini görmezden gelip, ya da sarhoşlar benden beter. Şu yoksula ettiklerini bir cevahir bilmez. Yoksul olan cevahir mi? Yoksa kendilerimi çokta kestiremiyorum aslında.

Babası Hâli efe. Toprağı bereket dolsun desem? Gerek yok aslında, bu topraklarda onun kabri sıkılır. Bu yüzsüzlerin toprağında.

Hâli efenin, efeliği kardeşkanından gelir. Kardeşkanı bulaşmıştı avucundaki nasırlara. Kaza demek lazım. Kader olsaydı kul hatası aranmazdı olanlarda. Hâli Efe bir seksen boylarında, inceden, sıskaca biri gördüğüm kadarı. Esmerce, bulut gözlü, tok sesli bir adamcağız işte. Bileğinde bir örme kıl mahpustan kalma, birde kamburu. Cenazesini defnederken, vasiyetidir. Örme kılı ve soykaların cebinden çıkan iki at kulağını kefeni aralayıp göğsüne bastım. Elinden gelse Cevahiri de alırdı yanına. Üç ayrı hikâye, dilimin ede bildiği kadarı tek.

Hali Efe evlendiğinde daha şerbetti ömrü, herkes kadar, bilmek kadar sirkedendi ve yetim. Eskiyecek zamanlara saymak düşerdi gerisi.

Çocukken çokta çekmedi yetimlikten. Köyden onunla birlikte dokuz yetim daha vardı bir kısmı eşkıyanın bastığı gecelerde yetimleşen bebeler. Hali Efe ki; daha efeliği konmamıştı, göçün çocuğuydu. Ya da yetimler köyüne nüfus eklenmişti geceden. Geldiğinde konuştuğu dili kimse bilmedi. Sonraları kendide unuttu. Başka diyardandı; uzak bir diyar!... bir gece biti vermişti köyde, diğer yetimlerin arasında. Daha zayıf, daha bakımsız, daha hastalıklıydı yüzü. İsmini gezen dervişlerin birinden almış. Mübarek insanmış. Tüm köylü bir olur ummuşlar isminde. İnsanın oluru başkasına fayda getirir mi? Dervişin duaları ve zikri cennet etmezken.

Yarım bir nesil yetişti köyde, kiminin canını hastalık aldı kimininkini ecel. Yaşadı Hali ile oyunluk ortağı Feyyaz. Yetimlik muskalıdır. Bedenleri ayazın, karın, kışın, yağmurun, toprağın, tezeğin, güneşin ve yağmurun tadına vardı. Kardeşlikleri yoksulluktandı, azda yetimlikten. Nasipleri bağdan bahçeden kopanlar; Üleşmeye hacet yok. Çalışırlardı bir araya geldiklerinde kurtaramayacakları tarla yoktu. Sapı samanı üç gündü toru topu. Sonra gurbet aldı düşleri. Bende olan gitmeleri okudular her yaz. başka bir memleket tozuna bulanıp mutlu olmaktı gurbetleri. Hoş zaten Hali’nin toprağı değildi bu köy, başka bir yerinde buradan farkı yoktu ezberinde.

Kıtlık günlerinin ekini mezarlıklar da parlardı. Bir kağnının arkasında güzün seslenişi gibi inceden ağıtlar çıkardı evlerden. Bağbozumundan kurtara bildikleri kadar hayat avuçlarında dolanır, eşkıyanın elde olanı heybelere elemesinden kalanla kursakları dolar, günlük bir öğünle hafta ederdi yetimler köyü. Bebelere kıyamazdı analar. En küçükler doyarken, büyüklere kefen düşerdi gecede. Hali’nin vicdanı, üleşte avuçlarına düşeni yutmaya razı gelmezdi.

“Feyyaz, diyeceğim var hele…” dışarıda avluda akşam serinliğinde büzüşerek konuşup düşündüler çocukça belki büyükçe. “Geceye sır!.. Ha Öyle öle gelmişiz ha böyle Hali. köyün bebeleri şimdi doymayacakta ne zaman doyacak. Ben kağnıyı koşarım sen gece ses etmeden gel arka mahleye.”

Kağnıyı bir güzel sulamıştı Feyyaz, Ses etmesin diye. Geceye varınca Halil le yola sapıp sonrada kayboldular karanlığa doyacak gibi usul. Sabaha karşı güle oynaya kağnının sesiyle köyü inlete inlete girdiler üst mahalleden. Kağnı tıka basa somun doluydu. bir sağ tarafta yanlarında koşan çocuğun eline somun tutuşturuyor; bir teyzenin bir ananın kucağına. köyün avlusuna vardıklarında ekmekleri üleştirmiş sıra hesap vermeye gelmişti. Tüm yetim köy ağızlarına bakar durdular. Hali öne çıkıp

“Derviş babam rüyama bulaştı dün gece.

Ziya emminin tarlasına var. Dedi

Dualarını ve Şükürlerini eksik etmesinler Allah kısmetlerini verir dedi.

Bende gece kalkıp tarlaya vardım. Ekmekleri buldum misler kokardı ama soğudu şimdi. bir tepe belledim avuçlarımda ilki dağılırken. Şükrettim derviş babanın ruhuna dua saldım. Sizde salın. Derviş kısmının hikmeti bizden sorulmaz .” dedi

Ve birer efelik takıldı yakalarına. Birkaç kez aynı şey yaşandı gece giderler ekmekle gelirlerdi. Yetimler köyü toktu. Yoksullar bir ekmekle zengindi bir ekmeksiz fakir. Daha bir fakir kalacaktı gece. Bir bilmecenin kıyısına bulaştıklarında yetimler, daha bir yoksul olacaktı köy.

Mamsa emminin kızı Kajad’a, efelik takılalı Hali Efeye, daha yeşil bakardı. Bu kısmını uzatmaya hacet yok. Gece dokunuşlar yazdı avuçlara. Öpüşün adı bilmece çözdü dillerinde. Bilmeden bilerek seviştiler. Yıldızlardan utanıp, gizle yıkadılar tenlerini. Evlendiler.

Uğursuz güne içler sıkıldı;

“Somun duâ lamaya gideriz” dedi, helâlaştı. Kajad’a anlam veremese de somun duâ lamak bulaşıp öpüş kondurdu boynuna Hali’nin. Geceye gömüldüler tek öküzün kağnısı Hali ve Feyyaz .. Sabah gülen gözler yıkıldı boş kağnıyla. Hali öfkeli, öküzü ittirip kaktırır daha. Feyyaz kanla bir tebessüm yüzünde yatar kağnıda. Gizlerini ele verir bir yetimin çıkan canı. Jandarma gelir Hali Efe kardeşinin toprağını daha örtmeden.

Jandarma kışlasından ekmek soyarlarmış gece gidip. Feyyazı vurmuş nöbetçilerden biri. Hâli karanlığı yormuş feyyaz sırtında. Efeliğin sonu şehitlikmiş toprak şehidi değil, ekmek ya da yetim şehitliği bizimki. Sonrası bir mezar daha yetim köyde.

“Devletin askerini doyuranda biz değimliyiz hâkim emmi. Köyden çıkan mahsulü daha üleşmeden kışlanın önüne yığa verirdik. Her yıl erler bizim buğdayımızla silah tutmaz mı? Alacaklı olmak ayıptır yüzümüz kızarır. Bu güz yetim doyurmak, çocuk doyurmak daha sevaptır, Hâkim emmi. Daha üçtü, beşti, mezarlarımız. Bu güz ekin oldu. Tahtalarının yaşı sekizi i bulmaz şimdiki mezarların. Kışlaya asker çıkmazdı bu köyden, ben somunları getirmeseydim. Her biri tok her biri güçlü kuvvetli 5 yetim saldık hükümete. Şimdi benden dik dururlar nöbetlerini. Devletin ekmeğini, halka vermeyi suç belletmediler hiç. Bellettikleri vicdandı. Yanımdaki bebe yarın aç kalacakken canımızı alacak kurşuna heves daha şerbetli, daha keskindi kaleminizden. Şimdi eskidim hâkim emmi. Bizim açlığımız paraya pula toprağa değil, soyka somuna. Üç bebe aç yatacak yere bir can sererim tok yatarlar. Benim edebildiğimi, sizin kaleminiz dahi etmez. Kalemin vicdanı et kan değil ki yansın. En fazla onun özü bizi yakar hâkim emmi……

Umduğu başka ildi. Gitmeyi tarasa da eskimenin adı mahpustu. Günün kıydığı nikâhta yetimdi. Birkaç duvardı gününün varlığı. Ve onlar dahi onun değildi, kiraydı. Üzerlerine bırakacağı bir kaç çizik bile eskiyecek, zaman onlarda yenik düşecek, başka çizgiler örtecekti gölgelerini, Silikleşip toz olacaktı. Bir parmak toz çok değerli. Onlarca hikâyenin artığı. Onlarca düşün artığı; üzerine çizilebilecek olan tek bir umut ihtiyaç. Sırtını örten başka bir mahpusun ceketi. Ter kokardı birazda kabir.

Hâli eskimişti, daha eskiyecekti güne. Rüyalarına Feyyaz batardı. Gününe, Kajad ekerdi voltanın yeri aşınsa. Bilmezdi gökte yeşeren yıldızı. Yıldız daha parlamayı öğrenmeden yenikti. Ya da şavkını görmezdi insan tohumu, geceye ağıt yağardı.

Beş sene; hâlâ yabancıydı duvarlar. Hiç gülmemişlerdi yüzüne ve sarıydı, tütün kokuyorlardı. Kireç boyardı sarıların üstünü. Yine bahar geldi deyip izlerdi dördü, sessizce oturup döşeğin üzerine. Farklı yüzler arardı kirecin lekelerinde; Şuradaki çıkıntılar nede çok benzerdi Kajad’a. Kardandı teni. Koynunda uyurken nede sıcaktı, dili dilinde erirken, utanırdı kızarırdı yanakları. Sevişme ertesi yüzünü Hali’nin döşüne basar koklardı. Sevdanın adı yarımdı dilinde. Kâh düşü bölerdi özlem kâh kelimeleri. Yinede yetimdi Hali den daha yetim.

Köyde doğan çocuklara isimi dervişler üflerdi kulaklarına. Dervişler beklenirdi. Yetimler köyü yoldan içerdeydi. Seyrek gelirdi yabancılar köye; dervişlerde.

Cevahir in doğduğu yıl kıtlık bitmiş! Mahsul bire on beş, bire yirmi vermiş. Mahpus ikiye bir verirken; İsme ihtiyacı olduğunda beşinci yaşına basmış. Derviş geldiğinde babasını istemiş, isme razı gelmesi için. Babasına haber gidip gelmeye üç ay geçmiş. Hali efe mahpusta isme, şaşkın kafa sallamış sevdalarının saçlarından örme bilekliği koklamaya çalışırken. Güne daha öfkeli bakar olmuş derin gözleri daha derinlerde düşünür. Bir bebenin resmini aramış, kirecin sararan lekelerinde, sevdasının kucağında, kâh eteğinde süzülen entarisi bahar bir kız. Gece, uyku arası açar gözlerini, bileğindeki örmeyi yoklar, hala inanmazdan bilerek öpermiş bilekliği. Mahpustan çıktığında hala ekmeğin tozunu silkemedi üstünden. Bir cinayeti vurdu güneş yüze. Hâlâ o gün gibi parlıyordu teninde. Beterler şehri; anlamadan dillerini kıyafetlerini bir caddeler yuttu hali efeyi. Cevahir ise on dördüne basmış o yıl.

Hali efenin cebinde paha eden bir şey hiç olmamış, paranın yüzü mahpusta bildiği iki at kulağı, biri boz diğeri kara bir çift kulak işte. Onlarda karın doyurmadan sessiz otururlar cebinde. Köye varana değin açlık bilmiş. Yoksulmuş ve cebbarmış günler. Evden giderken de yoksuldu geldiğinde de.

Bir selam etmiş kahveye derin, sert; alan olmamış şaşkın bakmış kahve hali yüzüne. Bir varmış bir yokmuş desem. Onların içinde olmayan insana masal kör kalıyor. Kajad’ ı sormuş? Toprağına yüz sürme vakti; kelimeler bitmiş, anlatılanları duymadan avucunu dolduran toprağı yüzüne sürmüş. Bileğindeki örmeyi öpüp. Bir anda unuta verdiği kızını aramış gözleri. Meczuptur, biçaredir diyecek diller şahin gözlerde erimiş. Bulunup getirilmiş cevahir. Sarmaya kucaklamaya koklamaya korkmuş Hali efe. Sarılsa kaybolacak öpse eriyecek gibi durmuş karşısında. Zayıf cılız gözleri kendi gözleri gibi derin saçları annesinin saçları gibi kızılmış. Hali efe elini tutacak olmuş, kız geri çekilip Halinin içine bakar gibi daha uzağı görür gibi gözlerini gözlerine dikmiş. Bir süre baka kalıp, aklına bir şey gelmişçesine arkasını dönüp bağa koşmuş. Arkasından Hali. Bağa geldiğinde. Kızını çömelmiş bulmuş usulca ürkütmeden yanaşmış yanına. Bir yılanın başında yılana söylenir bulmuş;

“Benim babam yiğittir yılanlardan, çıyanlardan, kurttan ve kuştan korkmaz. İnciden tahtı, buluttan atı vardır. Bileğini bükecek kul yoktur memlekette. Gelirken yemiş doldurur heybesine, boncuk doldururda gelir. Zümrüt ün en pahasını takar boynuma, yakutun en kırmızısını. Sesini duyan selama durmadan kelime etmez. Her kelimesi deryadır. Kızını gelince sarmaz mı? Sarar elbet. Bir tufanla gelir, buluttan atıyla gelir, anamla beni alır sarayına götürür. Sedef kaplı tabaklardan yemekler yedirir. Bin kısrağın çektiği arabalarda gezdirir kızını. Gümüşten tarağı alır hizmetçilerinin elinden kendi kızının saçını kendi tarar. İpekli elbiseler dokutur bana…”

Hali efe kelimelerin her birinde bir adım geri çekilir. Kızını yalnız koyup bağda, efkarını boğar ormanda. Bir dal keser bir edecek kelime bulamaz kadere. Yıllarca iki yabancı gibi dururlar köyde.

Nice sonra gelmeyi tarar ecel. Uykudan önce bir kez daha öper bileğindeki saçları. Rüyaya sevdası bulaşır. Geri dönmez Hali efe…

Toprağı sulanır mis kokar hali efenin. Birkaç yılan ağıt tutar birde delice Cevahir.

“Benim

babam

gümüş döşekte uyur.”

Hiç yorum yok: